Geçen haftalarda aile eşrafından bir kaç kişi hem iş hem seyahat amacıyla Kopenhag yollarını tuttular. Tam da o tarihlerde biz haberlerde sarışın spikerlerin ağzından dünyanın en uzun podyumunun Kopenhag'da kurulduğunu izlerken onlar "Ammaaaan burası da bizim istanbul misali pek kalabalık ayol" diyerek kendilerini Odense'ye atmışlar. Şahsen onlar koordinatlarını verip, skype'a gir skype'a diye beni taciz etmezden evvel bu şehir İtalya'dadır pizzası da pek meşhurdur deseniz beni çok rahat kandırıp şu yalan dünyada Odense'de bir pizza yiyemedim diye orta yerimden çatlatabilirdiniz.
Neyse ki bu zat-ı muhteremler yılda iki kere yaptıkları yurtdışı seyahatlerinden birini o şehre denk düşürdü de beni elaleme rezil rüsva olmaktan kurtardılar. Meğer Odense çocukluğumuzun baş tacı olan Hans Christian Andersen' in evinin bulunduğu şehirmiş. Ev dediysek bizimki gibi 3 oda bir salon değil tabi, bildiğiniz yeşilliklerin ortasında muazzam bir şato kendisi...Fotoğraflardan bakınca Hıh burada ben de yaşasam ben de yazardım bu masalları zaten diye atıp tuttuysam da yazar hakkında üç beş yazı okuyunca utandım kendimden, meğer hayatının ilk yıllarında fukaranın önde gideniymiş adamcağız...
Dün gece kırk yılda bir ailenin bütün üyeleri aynı çatı altında toplanmışken ve ben de Kopenhag yolcularını kıyıda köşede yakalamışken sonsuz bir şımarıklık içinde "bana bir masal anlatın noluuur" diye tutturunca anlattılar bir tanesini...Ne kadar da uzun zaman olmuş kallavi bir masal dinlemeyeli...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder